Spor tüm tarih boyunca politikayla yakından ilişkili oldu, bugün de böyle. 20. yüzyılın başında, ulus-devletin inşasında önemli bir araçtı. Tanımlanmaya çalışılan "ideal vatandaş"ın bedenini oluşturmak için önemliydi. Savaşa hazırlıklı olan, dinç olan, Yiğit Akın'ın deyimiyle "gürbüz ve yavuz" olan ulus-devlet vatandasinin bedenini kurma gayesinde spor mühim bir işlev görüyordu. Bu sadece Türkiye için geçerli değil, "tek ulus" kimliğini ön plana çıkaran birçok ülkede durum aynıydı.
1950'lerden sonra sporun daha çok endüstriyel yanıyla karşılaşıyoruz; Endüstrinin büyümesiyle; herkes için sporun ayrıştığı, elit sporun tamamen ticarileşmenin bir parçası olduğu ve sporcunun bedeninin metalaştığı bir spor ortamıyla karşı karşıyayız. Ya da İdeal, mükemmel bedenler üretme iddiasının bir parçası olarak gündelik yaşamın içinde spor tüketim unsuru olarak bulunuyor.
Ama sporu bunun dışında, "ötekiler" için kurmak ve başka bir söz söylemek mümkün. Siyahlar için, kadınlar için, kız çocukları için, engelliler için; tüm ezilenler için bir spordan bahsetmek mümkün, ve onların güçlenme aracı olarak bir spordan bahsetmek mümkün. Biz bugün, böyle bir günde sporun bayramına kendi tanımı içinde bakarken; gençlik ile bir arada anılan değil de, aslında "ötekiler" ve herkes i çin sporun ne anlama gelebileceğini tartışmaya çalışacağız.